Adetler

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ 8

1834-1865 yılları arasında Peterburg şehrinde yayımlanan “Biblioteka dlya çteniya” (Kütüphane İncelemeleri) adlı derginin 1849 yılının 97. sayısında G.D. imzasıyla yayımlanan bir makalede Karaçaylılardan şöyle bahsedilmektedir:

“Karça-Yurt (Kart-curt) köyünde ilk evi Karça yapmış. Karaçaylılar Koban ırmağı başındaki vadilerde yaşarlar. Karaçaylıların topraklarının sınırları doğuda Elbruz dağının eteklerine, Balık ırmağı başı, Duvut ve Kihat (?) ırmaklarının ortalarına kadar uzanır. Hurzuk’ta 150, Uçkulan’da 200 hane vardır. Karaçaylıların toplam nüfusu 2.000 kişidir. Karaçaylıların dinî ve medenî davalarına Kadı Muhammet Hubiy bakmaktadır. Ufak tefek davalarla ise köyün muhtarı Tarhan Duda (s. 38) ilgilenmektedir. Karaçaylılarda davalara iki türlü hukuk sistemiyle bakılıyordu. Şeriat hükümlerine göre çözülecek davalara Kadı Muhammet Hubiy bakıyordu. Fakat gerektiğinde şeriat hükümlerine göre baktığı bir davada cezanın hafifletilmesi için geleneksel hukuk kurallarına göre hüküm vermekteydi. Kimi zaman kanun ve düzeni çiğneyen davalıların birer kanlı düşmanlar haline geldikleri de oluyordu.”[143]

1850’li yılların başlarında Kafkasya’da bulunan Çarlık Rusyası askeri görevlisi V.V. Şevtsov bölgede yaptığı etnografya çalışmalarını bir makale şeklinde 1855 yılında yayımlamıştır. V.V. Şevtsov bu makalesinde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsetmektedir:

“Karaçaylılar Elbruz dağının eteklerinde yüksek yerlerde yaşarlar. Nüfusları az olmakla birlikte oldukça cesur ve yiğittirler. Hiçbir zaman düşmanlarına yenilmemişlerdir. Karaçay halkı bir Moğol-Tatar kavmidir. Komşu kavimlerle yakın ilişkiler içerisinde olmakla birlikte kendi dillerini saf ve temiz bir şekilde korumuşlardır. Diğer kavimlerin dillerinden giren yabanı kelimelerin sayısı çok azdır. Karaçaylıların idaresini beş tane bey yürütmektedir. Bu iş babadan oğula geçmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse Karaçaylılar diğer Dağlı kavimlerin aksine temiz giyinirler. Evleri hayatları düzenli ve temizdir. Tatlı dillidirler. Yeminlerine oldukça sadıktırlar. Müslümanlığın Sünnî koluna mensupturlar. Karaçaylılarda yüksek derecede din adamları vardır. Fakat bunun dışında daha düşük dereceli din adamları da yok değildir. Karaçay erkekleri orta boylu ve yakışıklıdırlar. Beyaz tenlidirler. Genellikle parlak ve mavimsi gözlere sahiptirler. Kadınları dikkat çekecek kadar güzeldirler.

Karaçaylıların yetiştirdiği atlar Kafkasya’nın en iyi cins atlarından sayılmaktadır. Bu atlar bilhassa dağlık ve engebeli arazilerde rahatça yol alabildiklerinden çok değerlidirler. Bu atlar kendi haline bırakıldıklarında dahi en çetin yollarda bile kolaylıkla yürüyebilmektedirler. Başka bir cins atın adım atamayacağı bir yerde, yeter ki Karaçay cinsi atın ayağının basacağı bir yer olsun, şüphesiz kolay bir şekilde yoluna devam edecektir. Karaçay koyunlarının kalitesi de oldukça iyidir. Koyunların yünü kaşmir gibi ince, yumuşak ve uzundur.

Karaçaylıların en yakın komşuları Orusbiylerdir. Bundan sonra Çegemliler, Malkarlılar, Holamlılar ve Asların bir kabilesi olan Digorlar da Karaçaylıların komşusudurlar. Bunlar eskiden Hıristiyan idiler. Ancak Hıristiyanlık inancı iyice yerleşmediğinden bunlar daha sonra Müslüman olmuşlardır. Fakat Müslümanlığın şartlarını da gerektiği gibi yerine getirmiyorlar. Bu kavimlerin evleri karlı dağların ortasında, yüksek yerlerdedir. Onlar savaşçılıktan ziyade sakin ve huzurlu bir hayatı tercih eden bir kavimdir. Arazileri çok taşlı olduğundan tara-sapan işine uygun değildir. Onların ekilebilir arazileri azdır. Mısır ve arpa ekmek için oldukça büyük emek sarf ederek araziyi uygun hale getirmektedirler.

Kim en çok metal ve bakır eşyaya sahip ise o kişi yörenin en zengini olarak kabul edilmektedir. Burada yaşlılara gösterilen saygı ve hürmet başka hiçbir millette yoktur. Ayran ve boza içmeyi çok severler. Onlar için içeceklerin ayrı bir önemi vardır. Dağıstanlılardan bütün Kafkasya’ya yayılan tek kişilik (Lezginka) dansını bunlar sanki havada uçarak oynarlar. Müzik aletleri üç telli saz, kaval, davul ve on iki telli arptır. Bu sonuncusu şüphesiz Greklerden gelmiştir.”[144]

1852 yılından itibaren Kafkasya Genel Valiliğinde uzun yıllar görev yapan Fransız asıllı Adolf Petroviç Berje bütün Kafkasya’yı dolaşmıştır. 1858 yılında Tiflis’te yayımlanan “Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri” adlı eserinde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsedilmektedir:

“Karaçaylılar Kafkas dağlarının kuzeydoğu eğiminde, Koban ve Teberdi ırmaklarını yukarı kısımlarında ve Elbruz dağı eteklerinde yaşarlar. Karaçaylılar önceleri Büyük Kabardey prenslerinin hakimiyetinde iken şimdi bizim tabiliğimizi kabul etmişlerdir. Karaçaylılar bize oldukça sadıktırlar. Kabardey’den Koban’a giden bütün geçit ve yolları korurlar. Karaçaylılar yoğun olarak Kart-curt, Hurzuk ve Uçkulan adlı köylerde yaşarlar. Bir kısmı da Elbruz dağı eteğinden doğan ırmakların yukarı kısımlarındaki mağaralarda yaşarlar. Karaçaylılar genellikle hayvancılık işiyle uğraşırlar.

Orusbiyler (Malkarlılar) Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşarlar. Orusbiyler tek bir topluluktur. Malkar veya Balkarlar, Çegem ve Çerek ırmaklarının yukarı kısımlarında yaşarlar. Malkarlılar dört kısma ayrılır: 1. Malkar~Balkar, 2. Çegem, 3. Holam, 4. Bızıngı. Bunlarda önceden Kabardeylerin hakimiyetindeydiler. Şimdi bize bağlanmışlardır. Balkarların bu dört topluluğu ile Orusbiylerin köy meclisleri aracılığıyla onları yöneten yaşlı liderleri vardır. Ekonomileri en başta hayvancılığa ve meyveciliğe dayanır.”[145]

1870’li yıllarda Batalpaşinski (bugünkü Çerkessk) (s. 39) şehrinde görev yapan Rus idarecisi Gregoriy Stepanoviç Petrov işleri nedeniyle defalarca Karaçay’da bulunmuştur. G.S. Petrov’un 1879 ve 1880 yıllarında yayımlanan iki makalesinde Karaçaylılar hakkında oldukça geniş ve ayrıntılı bilgiler verilmektedir:

“Durmaksızın mücadele halinde olmaları sebebiyle Karaçaylılar çetin tabiat ve coğrafi şartlara karşı dayanıklılık kazanmışlardır. Beklentileri de pek fazla değildir. Her bir parça araziyi kol gücü ve büyük zahmetle kullanılabilir hale getirmişlerdir. Bu yüzden Karaçaylılar kendi yurtlarına derin bir sevgiyle bağlıdırlar.

Karaçaylılar Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım dolaylarında yaşıyorlarmış. Buradan Arhız vadisine gelmişler. Fakat burada Abazeh ve Abazaların baskısına maruz kaldıkları için Cögetey ırmağı civarına göçmüşler. Karaçaylılar burayı beğenmemişler ve nihayet Bashan ırmağının yukarı kısımlarına gitmişler. Anlatılar hikayelere göre Bashan vadisinde yaşadıkları sırada Karaçaylıların başında Karça adında bir liderleri varmış. Karça’nın halkının nüfusu oldukça azmış. Kabardey beyi Kaziy Atajukin bir tesadüf eseri ırmakta akan yontulmuş ağaç parçalarını görüp Karaçaylıların yaşadığı yeri bulmuş. Bundan sonra da iki kavim arasında birtakım anlaşmazlıklar ve savaşlar başlamış. Sabrı tükenince Karça dağların arkasındaki Svanların ülkesine gitmiş. Buradan da defalarca Kabardey ülkesine akınlar yapmış ve böylece Kabardey prensinden intikamını almış. Bunu müteakip Karça ve halkı Koban vadisine göçmüş. Karça ilk önce Kart-curt köyüne gelmiş. Kimileri bu olayların 400 yıl önce ve kimileri de 250 yıl önce gerçekleştiğini söylemektedir. Karça halkıyla birlikte Koban vadisine yerleştikten sonra çok geçmeden ölmüş. Karça’nın ölümünden sonra Karaçaylıların başına Karça’nın damadı Kırımşavhal geçmiş. Kırımşavhal, Karaçaylılar Bashan vadisinde yaşadıkları sırada Kırım taraflarından gelip Karaçaylılara katılmış.

Karaçaylıların nüfusu artamaya başladığı sıralarda veba salgını ortaya çıkmış. Bu yüzden Karaçaylıların önemli bir kısmı hayatını kaybetmiş. Daha sonra aradan epey bir zaman geçtikten sonra Karaçaylıların nüfusu tekrar artmış. Bunun dışında komşu halklardan Karaçaylılara sığınmak için gelip yerleşen kişiler de olmuş. Karaçaylılar toplama bir millettir. Komşuları Nogaylar, Abazalar ve Kabardeylerdeki gibi birbirine benzemeyip, Karaçaylılarda oldukça farklı yüz biçimlerine sahip olan insanların sayısının fazla olması bunu göstermektedir. Karaçaylılar sahip oldukları kendilerine has birtakım özelliklerle tanınmaktadır. Karaçaylıların Gürcü-Megrellere, Tatarlara ve Abhazlara benzeyen tarafları vardır. Karaçaylıların içinde güzel ve yakışıklı insanlar çok fazla değildir. Karaçaylılar genellikle esmer, orta boylu, iri ve sağlam yapılı, geniş omuzlu insanlardır. Bütün dağlı kavimlerde olduğu üzere açık ve hayat dolu gözleri vardır. Giydikleri elbiseler Asya kıyafetlerine benzemektedir. Bütün hayatlarını at üzerinde geçirseler de yağmacılık işiyle uğraşmazlar. Dayanıklılık bakımından bütün Kafkasyalılarla yarışabilecek düzeydedirler. Karaçaylılar atla veya yaya olarak dağlarda yürümekte herkesi imrendirecek kadar çok ustadırlar.

Karaçaylıların kendilerine has bir dili vardır. Karaçaylıların dili Nogay, Tatar ve Azerbaycan diline benzer. Kelime hazinesi zayıftır fakat cinaslı sözler çoktur. Karaçaylılar güzel konuşmasını bilen kişilere çok değer verirler. Karaçaylılarda güzel konuşmasını bilen kişilerin sayısı az değildir. Karaçaylılar konuşmayı çok sever. Bu onların kanında vardır. Yeni şeyler dinlemeye ve anlatmaya pek heveslidirler. Bu yüzden onlar birisiyle karşılaştığı zaman ilk olarak Ne haber? der. Karaçaylılar söz ve güftesiyle birlikte destan ve halk şarkısı bestelemekte bütün bu bölgede meşhurdurlar.

Karaçaylıların aile yapısı sağlamdır. Evlerine ve ailelerine son derece bağlıdırlar. Koca, karı ve çocuklar işleri paylaşarak çalışırlar. Yani çalışma hayatında iş bölümü vardır. Tarla ve hayvancılık işlerinde tek bir insan bile boş kalmaz. Kimisi tarlaya gübre atar, kimisi tarla sürerken öküzün başını tutar, kimisi tarlayı temizler. Erkekler hayvanları otlatıp çiftliğe getirirken kadınlar ve çocuklar da orada ufak tefek işleri görürler. Tarla sürme ve arpa biçme işini erkeler ve kadınlar birlikte yaparlar. Bu arada çocuklar da boş durmaz ekin destlerini taşırlar, öküz sürerler, başak tanelerini toplarlar, başaktan tanelerin ayrılmasına yardım ederler.

Karaçaylılarda yaşlıların hatırı büyüktür. Küçükler büyüklerin yanında oturmazlar ve büyükler konuşken onların sözüne karışmazlar. Ayrıca küçükler büyüklerle birlikte yemek yemezler. Diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi Karaçaylıların adetlerine göre de ev hayatında belli bir düzen ve kurallar vardır. Koca ve karı yan yana oturmazlar ve bir arada bulunmamaya çalışırlar. Zenginler misafirler için ayrı bir ev tahsis etmişlerdir. Bu misafir evine kadın ve çocuk dahil hiç kimse girip çıkamaz. Baba çocuğunu başkalarının yanında (s. 40) okşayıp sevemez ve şımartamaz. Çocuklar sevgiyi annelerinden görürler. Babanın görevi ailesinin geçimini sağlamaktır. Anne ise ev işleriyle uğraşır, çocuklarına bakar, elinden geldiğince kocasına tarla işlerinde yardımcı olur. Hayvancılık işiyle uğraşmak üzere erkekler genellikle köyden uzak çiftliklerde uzun zaman kalırlar. Bu durumda kimi zaman kadınlar göz yaşı döker. Bu da onların kocalarını özlediklerinin işaretidir.

Karaçaylılardan biri yolda giderken tanıdık birisiyle karşılaşıp onunla lafladıktan sonra adam geri dönebilirsin diyene kadar ona eşlik etmek zorundadır. Yaşça küçük olanlar kendisinden büyük olanların atlarını getirmek ve atın yularını tutup onların ata binmelerine yardımcı olmakla yükümlüdürler. Karaçaylılarda yaşça küçük olan kişi kendisinden büyük olanın daima solundan yürür. Orta Asya kültürüne bağlı olarak Karaçaylı kadınlar hatta daha ziyade genç kızlar toplum içinde oldukça serbest ve rahattırlar. Düğün ve şenliklerde genç kızlar ile evli kadınlar ayrı otururlar.

Karaçaylıların olağanüstü derecedeki misafirperverlikleri onlara misafir gelen bütün yolcuları ve devlet görevlilerini hayrete düşürmektedir. Karaçaylılarda misafir kim olursa olsun büyük saygı ve hürmet görür. Misafir en değerli kişidir. Misafir adeta bir şeyh gibidir. Ona kimse dokunamaz ve bir zarar veremez. Evsahibi misafirinin sürekli çevresinde bulunup onun her istediğini yerine getirir. Hatta bu misafir ile evsahibi arasında daha önceden bir tatsızlık olmuş olsa bile ev sahibi misafirine sonuna kadar misafirperverliğini göstermek ve bunun gereklerini yapmak zorundadır. Evsahibi misafirine en güzel yemekleri en güzel tabaklarla ikram eder ve en rahat ve en gösterişli yatağı verir. Misafire yemek sunulduğu zaman evin büyüğü veya mahalledeki hatırı sayılan yaşlılardan birkaçı misafire sofrada eşlik eder. Evsahibi misafirle birlikte sofraya oturmayıp misafire hizmet eder. Bu arada misafire söz yarenliği de eder. Misafirin sofrasından arta kalanlar küçüklere verilir.

Toprakların verimsiz oluşundan dolayı her yıl tarlalara gübre atmak zorundadırlar. Karaçaylılar hayvanlarını genellikle köyün dışında yaylalarda beslemektedirler. Tarlaların tohum atma döneminde bir araba gübrenin değeri 4 ruble kadardır. Halbuki bu dönemde bir koyunun değeri 3 rubledir. Yazın önce tarlaları sonra çayırları sularlar. Sulama işi sırası için toprak sahipleri arasında kura çekilir. Karaçay’da yalnız arpa ekilebilmektedir. Hasat edilen ürün de ancak bir aileye yetecek kadardır. Tarlaya ekilen ürünün ancak üç katı elde edilebilmektedir. Karaçaylılar son zamanlarda patatesle tanışmışlardır. Büyük bir hevesle patates işiyle uğraşmaktadırlar. Fakat iki-üç yıl içinde ektikleri patatesin tohumu zayıfladığından patatesler küçük yetişmektedir. Bunun için patateslerin tohumunu yenilemek veya geliştirmek gerekmektedir. Toprak kıtlığı Karaçaylıların en büyük derdidir. Karaçaylılarda; taş bizim babamız, Koban ırmağı annemiz, bizi yaşatan ise hayvanlarımızdır şeklinde bir söz vardır. Tarla işinde çalışkan ve mücadeleci olsalar da bu sözden de anlaşılacağı üzere Karaçaylıların baş geçim kaynağı hayvancılıktır.

Baş geçim kaynakları hayvancılık olduğu için Karaçaylıların bütün aklı hayvanlarında ve köy dışındaki çiftliklerinde olmuştur. Köyün içerisinde birkaç inek, bir at, bir eşek ve iki öküz besleyen pek fazla aile yoktur. Bu sebeple dışarıdan bakan bir kimse Karaçaylıların çok fakir bir şekilde yaşadıklarını düşünebilir. Halbuki Karaçaylıların bütün zenginliği olan hayvanları köy dışındaki çiftliklerdedir. Karaçaylıların çiftlikleri Kafkas dağları eteği ile batıda Urup ırmağından başlayıp doğuda Elbruz dağı eteklerine kadar bir saha içerisinde yer almaktadır. Karaçaylıların hayvancılık işinin en zor tarafı hayvanları sürekli oradan oraya götürmektir. Karaçaylılar hayvanlarını yazın dağ eteklerine, ilkbahar ve sonbaharda yaprak açmış ormanlıklar civarında, kışın ise ılık vadilerin içlerine, düzlük yerlere, önceden hazırlanmış kuru otların bulunduğu kışlaklara götürmektedirler. Kışlaklar genellikle Terek ve Koban eyaletlerinde devlete ait arazilerde ve Eltarkaç mevkiinde kurulmuştur. Karaçaylılar böyle kışlakları sırayla kullanmaktadırlar.

Karaçaylıların hayatı işte böyledir. Bu hayatı benimsemiş ve kabullenmişlerdir. Dağlar, ormanlar ve çiftlikler. İşte bunlardır Karaçaylıların hayatı. Karaçaylılar dağlarından ayrıldıkları zaman hüzünleniyorlar. Solmuş çiçeklere benziyorlar ve hastalanıyorlar. Düz yerler Karaçaylılara çirkin görünüyor. Karaçaylıların anlayışına göre dağsız ve ormansız bir yerde yaşamaktan daha kötü bir kader olamaz. Karaçaylıların doğdukları yurtlarına duydukları sevgi asla bitmez ve azalmaz. Komşu bölgelerde, Pyatigorsk, Georgiyevsk, Sohum ve diğer şehirlerde yaşayan genç kuşak Karaçaylılar atalarının adet ve geleneklerine asla karşı gelmezler. Onlar bu gelenek ve adetleri bozmaya korkarlar.”[146]

(s. 41) 1886 yılında Elbruz dağına tırmanmak için Kafkasya’da bulunan S. Davidoviç, Bashan bölgesinde yaşayan Malkarlı Orusbiy klanı hakkında şunları söylemektedir:

“Dağlı Kabardeyler (Malkarlılar) dilleri ve adetleriyle ovada yaşayan Kabardeylerden farklıdırlar. Bu halkın temiz kalpliliği, derin zekası, sülalelerinin dağılmasına karşı koyuşları birçok yere örnek olacak derecededir. Bunlarda ataerkil hayat düzeni devam etmektedir. Burada 294 hane vardır. Toplam nüfusu 2.200 kişidir. Bu büyük köyün içinde içki içilmez. Köyde işsiz güçsüz, başı boş gezen kimselere rastlanmaktadır. Aileler arasında başlık parası adeti sıkı bir şekilde devam ettirilmektedir. Bunun sebebi ise erkek ile kadın ayrıldıklarında, kadının kendi başına hayatını idame ettirmesine imkan sağlamaktır. Bu tabiatın oğulları ne kadar da sağlıklı güzel bir millettir.”[147]

1890’lı yıllarda Karaçay’daki kömür işletmelerinde görev yapan N.A. Ştoff’un notlarında Karaçaylılar hakkında şöyle denilmektedir:

“XVII. yüzyıl başındaki savaşa kadar Karaçaylılar derin dağ vadilerinde pagan olarak yaşamışlardır. Kırım Hanı Kafkasya’da İslam dinini yaymak amacıyla iki bölük asker göndermiş. İncik~Zelençuk ırmağı kıyısında bulunan Adige (Çerkes) köylerini İslam dinine sokmuşlar. Kırım Hanı’nın askeri Koban ırmağı başına geldiklerinde ise burada şimdiye kadar hiç kimseye boyun eğmeyen Karaçaylılarla karşılaşmışlar. Karaçaylılar yurtlarını ve özgürlüklerini korumak için Marca adındaki kutsal ilahlarından güç alarak Kırım Hanı’nın askerlerine karşı koymuşlar. Kırım Hanı’nın askerleri ne kadar uğraşsalar da asker gücüyle bile burada İslam dinini kabul ettirme konusuna başarılı olamamış ve çaresiz geri dönmüşlerdir. Fakat bu savaştan sonra Karaçaylıların gücü de epeyce azalmış. İslam dini Karaçaylılara ancak XVII. yüzyılın sonlarında girmiş.[148]

Arthur Byhan 1936 yılında Paris’te yayımlanan “Kafkasya Toplumları” adlı eserinde Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir:

“Karaçaylılar beyaz tenleri ve düzgün hatlarıyla tanınmaktadırlar. Gerçekten de Karaçaylıların yüzünde Moğolların çirkin hatları yoktur. Daha çok Güney Kafkasyalılara benzemektedirler. Saçları ve gözleri siyahtır. Erkeklerin çoğu sakallıdır. Karaçaylıların baş geçim kaynağı küçükbaş hayvancılıktır. Kışın hayvanlarını otlatmak için Kabardey Çerkeslerinin meralarına giderler. Yazın ise yüksek dağlardaki yaylalara giderler. Karaçaylılar şal, halı, kilim, yamçı, başlık, eyer ve çizme gibi şeyleri kendileri imal ederler. Hepsi birer iyi avcıdır. Genellikle ayı, kurt, tilki, dağ aslanı ve dağ keçisi avlarlar. Temel yiyecekleri süt, peynir, yağ, koyun ve at etidir. Baharatlı yemekleri severler. Karaçaylılar, Çerkesler gibi üç sosyal tabakaya ayrılmıştır: beyler, soylular ve köylüler. Bunun dışında mollalar ve köleler vardır. Karaçaylı kadınlar cenazelerde dövünerek çığlıklar atarlar. Erkekler ise birbirlerinin alınlarına silahla vururlar. Kulak memelerini küçük bıçaklarla delerler. Mezarlıkları taş duvarlarla çevrilidir. Teberdi bölgesindeki mezarların üzerinde piramit veya daire biçiminde kalın taşlar vardır. İslam dini Karaçaylılar arasında 1782 yılından sonra yayılmaya başlamıştır. Karaçaylılar Müslüman olmalarına rağmen birtakım doğa üstü güçlere inanırlar. Karaçaylıların dağların yükseklerine yaşayan tanrıları vardır. Eliya adlı tanrı bunların başında gelir. Karaçaylılar Eliya’nın şerefine kurbanlar keserler, dans ederler, törenler düzenlerler. Başka Kafkas halklarında olduğu gibi Karaçaylıların da birtakım kutsal ağaçları ve kutsal ırmakları vardır.”[149]

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol